Çok eskiden atlar, insanların hizmetinde değilmiş. Yabani hayvanlarla beraber ormanlarda yaşarlarmış. Simdi size anlatacağımız olaydan sonra evcilleşip, insanların hizmetine girmişler..
Ormanın tam ortasında pırıl pırıl bir göl varmış. Göl o kadar güzelmiş ki, ormanın yeşil örtüsünü, güneşi ve gökyüzünü yansıtırak renkten renge girermiş. Bütün hayvanlar oradan su içer, yıkanırmış. Bir gün, gergedan göle girmiş.
Daha önce çamurlarda yattığı için, gölün suları boz bulanık olup kirlenmiş.
O sırada su içmeye gelen at, gölün bulanıklığını görüp çok kızmış; “Çabuk çık o gölden pis hayvan!” demiş gergedana. “Temiz gölümüzü kirletip ne hale getirmişsin.”
Gergedan; “Bana öyle bağıramazsın!” diye cevaplamış atı. “Hele pis hayvan demeye hiç hakkın yok. Hem bu göl sadece senin değil.”

İki hayvan arasındaki ağız dalası ilerlemiş, Gergedanla başa çıkamıyacağını anlayan at, yardım almak için insana müracaat etmiş.
“Söylediğin göl çok uzak, ben oraya kadar yürüyemem” demiş insan.
At cevaplamış; “Sen yürümeyeceksin ki! Ben seni sırtımda oraya kadar götürüp sonra da geri getiririm. Yeter ki bana yardım et.”
Ata binen insan, söylenen gölün kenarına gitmiş. Mızrağıyla gergedanı öldürüp, elindeki ipi de atın boynuna geçirmiş. Sonra da ata; “Sevgili dostum!” demiş, “Bana çok önemli bir şey öğrettin. Şimdiye kadar üzerine binmeyi nasıl akıl edememişim? Artık bundan sonra bana hizmet edeceksin!”

At çok uğraşmış ama insanın elinden kurtulmayı başaramamış. Sonra da kendi kendine; “Oh olsun bana!” demiş, “Gergedanla sorun çıkarmaya değer miydi hiç? Gölün bulanıklığı bir süre sonra geçerdi. Oysa şimdi, sonsuza kadar tutsak bir köle olarak yaşamak zorundayım.”