Bir varmış, bir yokmuş. Oğuz boylarının birinde Deli Dumrul adında, güçlü kuvvetli bir delikanlı varmış. “Benden daha deli, benden daha güçlü bir yiğit var mıdır?” diye her gün meydan okuduğu halde, hiç kimse onunla savaşmaya cesaret edemezmiş. Düşünüp taşınan Deli Dumrul, suyu akmayan bir çayın üzerine bir köprü yaptırıp, geçenden üç, geçmeyenden de kırk akça almaya başlamış. İtiraz edenleri ise bir güzel dövüyormuş. Yakmadığı can kalmamış o civarda. İnsanlar onun zulmünden bıkıp usanmışlar.
Deli Dumrul; “Ünüm yayılırsa benimle kavgaya gelirler, ben de o zaman dişime göre birisini bulurum belki!” diye düşündüğü için yapıyormuş bütün bunları. Nitekim düşündüğü gibi de olmuş. Nice yiğitler çıkmış karşısına, ancak hiç biri boy ölçüşememiş onunla.
Deli Dumrul bir gün ağlayan insanların seslerini duymuş. Yakınlardaki bir göçebe topluğundan geliyormuş bu sesler. Hemen gidip; “Bre utanmazlar!” demiş. “Benim köprümün yakınındaki bu gürültü de nedir?”
Anlatmışlar; “Bir yiğidimiz öldü de, ona ağlayıp yas tutmaktayız.”
Deli Dumrul gürlemiş; “Peki kim öldürdü yiğidinizi?”
“Hiç kimse!” demişler. “Tanrının buyruğu ile, Azrail isimli melek aldı yiğidimizin canını.”
Deli Dumrul; “Bu Azrail dediğiniz de kimdir?” demiş. “Nasıl bir kişidir ki, gelip kolayca can alır? Gösterin onu bana da, yiğidinizi geri alayım!“
Herkes susmuş, tek cevap veren olmamış. Deli Dumrul bu kez ellerini açıp; “Ey büyük tanrım!” demiş. “Azrail’i bana göster. Göster ki onunla savaşayım, can almak neymiş görsün bakalım.“
Aradan az bir zaman geçmiş. Bir gün Deli Dumrul, çevresindeki kırk yiğitle eğlenirken Azrail çıkagelmiş. Nasıl geldiğini, hangi kapıdan girdiğini gören olmamış. İçeri girdiğinde ise, Deli Dumrul’un gözüne bir görünüp bir kaybolmuş. Deli Dumrul’un aklı başından gitmiş. Korkudan tir tir titremeye başlamış. Ancak korktuğunu belli etmemiş.
Azrail; “Bre korkak!” demiş. “Şu Azrail elime geçse de öldürsem diyordun. İşte şimdi geldim. Hemen canını alayım mı, yoksa döğüşecek misin?” Deli Dumrul bu, hiç altta kalır mı? Hemen yerinden fırlayıp kılıcını çekmiş. Sonra da; “Bre kapıcılar!” diye kükremiş. “Çabuk kapatın şu kapıları! Bre Azrail! Ben seni geniş yerde arardım, dar yerde düştün elime. Şimdi seni öldüreceğim.”
Azrail ne düşünmüşse düşünmüş, güvercin olup pencereden uçup gitmiş. Deli Dumrul ise bıyıklarını burup; “Gördünüz mü arkadaşlar?” demiş. “Azrail’in gözünü öyle bir korkuttum ki, geniş kapıyı bırakıp da, dar bacadan kaçtı.”
Deli Dumrul atına atlayıp Azrail’in peşine düşmüş hemen. Bir kaç güvercin öldürebilmiş ancak. Dönüş yolunda Azrail çıkmış karşısına. Bindiği at ürküp Deli Dumrul’u yere atmış. Neye uğradığını bilemeyen Deli Dumrul, birden göğsünde Azrail’i görüp “aman” dilemiş. “Aman Azrail!” demiş. “Ben seni böyle bilmezdim. Bir hatadır ettim. Canımı alma ne olur.”
Azrail; “Bre deli adam!” demiş. “Bana ne yalvarırsın? Tanrıya yalvarmaksın. Senin canını ancak o bağışlayabilir. Ben bir emir kuluyum.“
Deli Dumrul şaşırmış. “Yaaa!” demiş. “Can veren de, can alan da tanrı mıdır?” “Elbette odur” demiş Azrail. ‘Bunu bilmeyecek ne var?“
Deli Dumrul; “Sen ne işe yararsın peki?” demiş. “O zaman çekil aradan da, tanrı ile ben konuşayım!”
Ellerini havaya kaldıran Deli Dumrul; “Ulu tanrım!” demiş. “Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin. Benim canımı alacaksan sen al, bu Azrail’e bırakma!”
Deli Dumrul’un yalvarması tanrıyı mutlu etmiş. Azrail’e; “Deli Dumrul’a bildir!” demiş. “Eğer kendi canı yerine, başka bir can bulursa onun canını bağışlarım!”
Deli Dumrul kendisine yapılan teklifi öğrenince babasına gitmiş. “Benim canım babam!” demiş. “Bilir misin neler oldu? Tanrıyı gücendirecek sözler söyledim. O da canımı alması için Azrail’i gönderdi. Eğer sanını verirsen, benim canım bağışlanacak.”
Deli Dumrul’un babası yüzünü sürüştürüp “Oğul oğul, can oğul!” Demiş. “Dünya şirin, can tatlı. İste sana her şeyimi vereyim. Ama ne olur canımı isteme benden. Benden aziz, benden daha sevgili anandır. Bir de onun yanına var.”
Babasından yüz bulamayan Deli Dumrul, doğruca anasının yanına varıp. “Ana, ana!” demiş. “Bilir misin neler oldu? tanrıyı gücendirerek sözler söyledim. Bir can bulursam, benim canımı bağışlayacak. Babamdan can diledim vermedi. Sen benim için canını verir misin?”
“Oğul oğul, ay oğul!” demiş anası. “İste her şeyimi vereyim sana. Ancak dünya şirin, can tatlı. Canıma kıyamam.” O sırada azrail çıkmış ortaya. Deli Dumrul; “Bre azrail!” demiş. “Bana biraz müsaade ver. Helallik alacağım birisi, görüşeceğim çocuklarım var. Dönünce alırsın canımı.”
Hemen koşup evine gelen Deli Dumrul, hanımıyla vedalaşmak istemiş. “Hanım hanım! Bilir misin neler oldu?” demiş. “Azrail canımı alıyordu ki, haber geldi; yerine bir can bulsun, onunkini bağışlayayım diye buyurmuş tanrı.. Babama vardım, can vermedi. Anama vardım, kabul etmedi. Şimdi Azrail beni beklemekte. Az sonra canımı alacak. Bütün malım sana helal olsun. Gözün kimi tutarsa, gönlün kimi severse onunla evlen. İki oğlancığıma iyi bak, onları öksüz koma!”
“Sen ne dersin, ne söylersin?” demiş hanımı. “Göz açıp da gördüğüm, gönül verip sevdiğim, koç yiğidim, şah yiğidim! Senden sonra malı mülkü neylerim. Bir can da ne var ki, anan baban vermemiş. Bir can da ne var ki, sana kıyamamışlar. Yer, gök ve ulu tanrı şahit olsun, benim canım senin canına kurban olsun! Söyle Azrail’e, gelip benim canımı alsın.”
Bu sözleri duyan Azrail, kadının canını almak için ilerlemiş. Deli Dumrul tekrar yakarmış tanrıya; “Ulu Tanrım!” demiş. “Yücelerden yücesin, kimse bilmez nicesin. Yollar üzerine imaretler yapayım senin için! Aç görsem doyurayım senin için! Çıplak görsem giydireyim senin için. Affı çok, merhameti çok tanrım. Alacaksan ikimizin canını birlikte al! Almayacaksan, ikimizin canını birlikte alma!”
Ulu tanrıya bu yakarış da hoş gelmiş. Azrail’e emir buyurup; “Hemen gidip Deli Dumrul’un anasının, babasının canını alacaksın!” demiş. “Hanımıyla beraber Deli Dumrul’a ise, yüz kırk yıl ömür verdim. Dilediklerince yaşasınlar.” Deli Dumrul, tanrıya verdiği sözü tutup iyi bir insan, iyi bir baba olmuş. Hanımı ve çocuklarıyla beraber, yüz kırk yıl doya doya yaşamış.
Diğer tüm Dünya Klasikleri masallarını görmek için BURAYA TIKLA