Bir zamanlar, ırmağın birinde bir kurbağa yaşarmış. Kurbağa bir gün erkenden, çamurların arasından zıplayarak çıkmış. Hava da çok güzelmiş. Yaramaz kurbağa biraz dolaşmak istiyormuş. Hoplaya zıplaya ilerlemiş Yemyeşil çayırlardan, derin vadilerden geçmiş, her şey o kadar güzelmiş ki, zamanın nasıl geçtiğini anlayamamış bile.
Sabahın serinliği, yerini öğlen sıcağına bırakınca, kurbağa geri dönmek istemiş. Ama geldiği yerleri bir türlü hatırlamıyormuş. Geri dönüş yolunu bulup da ırmağa ulaşamazsa eğer, bu sıcaklar onu öldürürmüş. Bir gayretle yola koyulmuş. Fakat ırmak o kadar uzakta kalmış ki, yol bir türlü bitmek bilmiyormuş. Sonunda öyle yorulmuş, öyle yorulmuş ki, bir kaktüsün altına uzanıp ağlamaya başlamış. Zavallı kurbağacık; “Verrik vırrak, verrik vırrak!” diyerek gözlerinden yaş akıtıyormuş. Kurbağanın ağlama seslerini duyan bir kurt, duyduklarının bir şarkı olduğunu düşünmüş ve; “Aman tanrım!” demiş, “Bu ne kadar güzel bir şarkı böyle. Söyleyeni hemen bulmalıyım.”
Çok geçmeden kurbağayı bulan kurt; “Ne kadar güzel şarkı söylüyorsun böyle.” demiş, “Bu şarkıyı bana da öğretmeni istiyorum!”
Kurbağa, kurdun kendisiyle alay ettiğini düşünmüş önce. Bakmış ki kurt ciddi; “Aman efendim!” demiş, “Ben şarkı söylemiyor, ağlıyorum. Gözyaşlarımdan anlaşılmıyor mu?”
Kurt o güne kadar ağlayan bir kurbağa görmediği için inanmamış. “Bana bak!” demiş, “Söylediğin bu şarkıyı bana da öğretmezsen, seni hemen yerim.”
Kurbağa sıcağın da etkisiyle çok bunalmış. Aklını başına toplayıp, bir çare düşünmek zorundaymış. Yoksa bu zalim kurda, göz göre göre yem olacakmış. Yaşlı gözlerle kurda bakan kurbağa; “Efendim!” demiş, “Görüyorsunuz ki buruşuk bir cildim var. Bacaklarım da lastik gibi. Beni yemeye kalkarsanız, boğazınıza takılıp ölümünüze sebep olabilirim.”
Kurt düşününce kurbağaya hak vermiş. “Bu bücür hayvan gerçekten de boğazıma takılabilir.” diye düşünmüş.
“Seni yiyemeyeceğimi düşünüyorsun değil mi?” demiş kurt. “Çabuk şu şarkıyı öğret, yoksa biraz ilerideki derin ırmağa götürüp, soğuk sulara atarım seni. Boğulup ölürsün, anladın mı.”
Kurbağa, kurda belli etmemiş ama bu habere çok sevinmiş. Korkmuş gibi yaparak; “Aman efendim!” demiş, “Bunu bana sakın yapmayın. Soğuk sularda üşürüm, derin ırmakta boğulurum.”
Kurt çok kızmış. Dişlerini gıcırdatarak kurbağaya yaklaşmış. “Şimdi görürsün!” demiş, “Seni ırmağın soğuk sularına atacağım.” Kurbağayı ağzına alan kurt ırmağın yolunu tutmuş. Kurbağa ise bu yolculuktan çok memnunmuş doğrusu. Irmağa gidecek gücü kalmadığı bir anda, düşmanının ağzında seyahat etmek pek de güzelmiş. Üstelik ölümden de kurtulacakmış,
Aptal kurt ırmağın kenarına gelince, ağzındaki kurbağayı ırmağın serin sularına fırlatmış. Onu öldürdüğünü düşünüyormuş. Oysa kurbağa suya girince rahatlayıp, bütün yorgunluğunu üzerinden atmış. Kurdun kendisine ulaşamıyacağı bir yere varınca sevinçle bağırmış; “Beni yuvama getirdiğin için sana teşekkür ederim. Güneş altında ölmek üzereydim. Beni ölümden kurtardın. Bu iyiliğini unutmayacağım.”
Kurbağanın suda yaşayabilen bir hayvan olduğunu anlayan kurt çok kızmış. Dişlerini gıcırdatıp kendini ırmağa atmış. Kurbağa ise kurtla dalga geçmeye başlamış. Suyun içinde bir aşağı bir yukarı çıkıyormuş.