Şehir faresi, akrabası olan tarla faresini, yaşadığı kente davet edip dururmuş. Şehir faresinin yazdığı mektuplar o kadar çoğalmış ki, sonunda yoksul tarla faresi; “Gidip şu akrabamızı ziyaret edeyim bari” diyerek yola koyulmuş. Tarla faresi yolculuğunu tamamlayıp da, şehir faresinin yaşadığı eve ulaşınca, gözlerine inanamamış. “Aman Tanrım! Bu ne büyük bir zenginlik böyle!” diyerek hayretini gizlememiş. İçeri girince daha bir etkilenmiş gördüklerinden. Hele o ziyafet sofrasını görünce, dili tutulmuş. Bir tek kuş sütü eksikmiş sofrada. Güzel yemekler, çeşit çeşit peynirler ve akla gelebilecek her tür yiyecek onları bekliyormuş.
Şehir faresi, bu aziz misafirini baş köşeye oturtmuş. Tam yemeğe başlayacaklarmış ki, bir gürültüdür kopmuş. Az sonra, bu büyük evin, büyük kedisi girmiş içeriye. Şehir faresi hemen kaçıp saklanmış. Bunu gören tarla faresi de saklanmış. Salına salına ortalığı kolaçan eden kedi, bir süre sonra gitmiş.
Tarla faresinin öğüdü…
Şehir faresi; “Tehlike geçti, şimdi yemeğimizi yiyebiliriz!” diyerek akrabası tarla faresini sofraya davet etmiş. Ama tarla faresi, sofraya oturmadan kapının yolunu tutmuş. “Bu kadar korku yeter” demiş, “Benim evim zengin değil ama, korkusuzca ve özgürce yaşıyorum orada. Her an korku içinde zengin yaşamaktansa, kendi evimde özgür yaşamayı tercih ederim.”
Böylece tarla faresi, geldiği gibi yaşadığı yoksul topraklara geri dönmüş. Bir daha da kente inmemiş.